Yasemin Şengör

(Bu yazı Roman Kahramanları 27. sayısında yayımlanmıştır).

Dünya edebiyatının dev isimlerinden Gabriel Garcia Marquez, kitaplarının yazım süreçlerine dair ipuçları verdiği, aynı zamanda da donanımını meydana getiren okuma kültürünü yansıttığı otobiyografik eserine ‘Anlatmak İçin Yaşamak’ adını vermiştir. Bu kitabın başlığı, bende ilk zamanlar heyecan yaratmış; onun yapıtlarını daha yakından tanıdıkça bu duygu, yerini incecik bir sızıya bırakmıştır. Çünkü Marquez, ömrünü hüzünle yazılmış karışık bir coğrafyayı yazı aracılığıyla  anlatmaya ve anlamaya adamış; büyülü bir gerçekliğin ardında acıtan gerçekleri yazmıştır.

Marquez, iniş çıkışlarla dolu bir tarihin içinden seslenirken yapıtlarında insan doğasını karmaşık bir kavram olarak ele almaktan kaçınmıştır. Aksine -ve tabi ezberlerimizi bozacak şekilde- insan ve davranışları ile sosyal sorunları olanca sadeliğiyle anlatmış, dolayısıyla da okurlarını yalın olaylarla karşılaştırmıştır. O; psikoloji, felsefe ya da sosyoloji bilimlerinin verilerini birey bazında kullanmak yerine yapıtlarında ele aldığı sorunsalları halk üzerinden okumak istemiştir. Böylesi bir yönelime, politik kulvarda insan ve doğasına yönelik evrensel kurallara ulaşmak için başvurmuştur. Böylelikle de kurgudaki ustalığını konuşturarak postmodern edebiyatın en önemli ürünlerine imza atmayı, bilimlerin verilerini klasik ve modern edebiyatın sınırları çerçevesinde işlemeye tercih etmiştir.

Marquez’ in dünyayı politik olarak okumaya çalıştığı ve evrensel bir diktatör portresi yarattığı eserlerinden Şer Saati ve Labirentindeki General, bu bağlamda oldukça kayda değer romanlardır.  Şer Saati romanında 1940’ lı yıllarda hukuk eğitimi aldığı Bogota’ nın siyasal yapısı ile ilk gençlik çağlarının geçtiği Sucre’ de tanık olduğu sosyal olayları, küçük bir yerleşim yerinde bir araya getirmeye çalışmıştır. Aynı zamanda bu roman, hüzünlü bir yazgıya da sahiptir; Marquez’ in sefalet ve hatta açlık içinde günlerini geçirip eğitimini tanamlamaya çalıştığı bir öğrenci pansiyonunda yazdığı, dosya halinde bir kravatla bağlanarak gömüldüğü dolabın dibinden iki yıl sonra ödüllü bir edebiyat yarışmasına gönderilmek için çıkarttığı roman, yarışmada birinci geldiğinde ‘Bu Boktan Kasaba’ olan adı da dahil dönemin pederi tarafından sansüre uğramıştır.

Marquez, Labirentindeki General’ de de hüzünlü bir gönüllü sürgünü konu edinir. Roman, mücadele içinde geçen bir hayatın sonunda halkı tarafından diktatör ilan edilerek adeta afaroz edilen, Simon Bolivar’ ın reddedilmeyi sindirememesi ile başlayan ve ölümle noktalanan kaçışının gerçek hikayesidir. Marquez’ in çocukluk yaşantılarında da önemli bir yeri olan Magdelena Irmağı üzerinde gerçekleşen bu kaçış öyküsü; ondört gün sürmüş, öyküden geriye yaşanılanlara dair geride çok fazla detay ya da anı  kalmamıştır. Bu sebeple Marquez’ in çok ince biçimde iki yıl boyunca süren çok yoğun ve zorlu araştırmalarının neticesinde, eser ancak tamamlanabilmiştir.   

Bu romanlara ortak değiniler penceresinden bakacak olursak; öncelikle her ikisinde de -yazarın diğer birçok yapıtında olduğu gibi- anakahramanlar ve yan karakterlerin detaylı yani yuvarlak biçimde tanıtılmadığını görürüz. Şer Saati ve Labirentindeki General’ de kahramanları hakkında gerektiğinden fazlasını söylemiyor, bize Marquez. Hatta kimi kahramanları hakkında hiçbir şey söylemiyor. Fakat bu kahramanlar, olaylara verdiği tepkileri ya da yaşanılan durumlara yönelik davranış örüntülerinde baskın kişilik özelliklerini okura yansıtıyorlar. Böylelikle de satır aralarında Marquez’ in yaratmaya çalıştığı evrensel bir halk ya da yönetenler sınıfı portresini net olarak görüyoruz.

Zaman atlamalarının güçlü bir araç olarak kullanıldığı her iki romanda da olaylar, kısa bir zaman aralığında, olanca yalınlığıyla, detaylı şekilde ele alınmayan roman kahramanları arasında geçiyor. Ancak Marquez’ in satır aralarında ve bıraktığı boşluklarda romana hakim olan ideolojik altyapı da gözlerden kaçmıyor. Gücünü hümanizmden alan bu altyapı, yer yer sosyal bilimlerin verilerine de başkaldırıyor. Bu gizli itiraz dili kanalıyla yazar, insan ve davranışlarını inceleyen bilim dallarının vardığı genel geçer kurallardan faydalanmak yerine, insanı ilgilendiren sorunsalların kaynağında sanıldığı kadar karmaşık bir yapının yatmadığını anlatmaya çalışıyor. Diktatörü;  akıl hastası, sosyopat ya da toplumdan intikam almaya çalışan bir yönetici olarak değil; acıları, hüzünleri, hayalkırıklıklarıyla sıradan bir insan olarak ele alıyor.

Bu tutum sonucunda Marquez’ in kaleminden Şer Saati ve Labirentindeki General’ de olayların meydana geldiği dönemde sessizliğini korumuş, olayların sonrasında değişime ayak uyduramayan, hatta değişime inanıp yanaşmayan, bağımlı ve korkak bir halk ile oyunda dahi yenilgiye tahammülü olmayan, istediklerini zorbalık yoluyla kolaylıkla elde edebilen, bulunduğu konumdan memnuniyetsiz, yalnız, halkı tarafından hiçbir zaman benimsenmediğini düşünen, narsistik kişilik özellikleri gösteren bir yönetenler portresi okuruz.

Hayalet bir şehirde şer saatleri

Yazarın Anlatmak İçin Yaşamak’ ta değindiği gibi, ailesiyle yaşadığı Sucre şehrinde Şer Saati romanında Seçkin Selvi tarafından dilimize ‘yakıştırma’ olarak çevrilen pasquine’ler, kasabada şiddetin azaldığı bir dönemde halkın kabusu haline gelmiştir. Büyük ailelerin Marquez’ in ifadesiyle ‘ertesi gün çıkacak bir ölümcül piyango’ gibi bekledikleri bu dedikodu içerikli bu yakıştırmalar, Şer Saati romanının zeminini hazırlamıştır. Ancak romanda Marquez, yakıştırmaları yalnız sosyolojik eleştirilerinde bir araç olarak kullanmamıştır.  Olayı sosyal bir vakadan ziyade kasabada nüfusunu arttırmaya çalışan bir belediye başkanının politik hezeyanlarının bir sonucu olarak işlemiştir.

Marquez, yıllar sonra bu konuda biyografisinde ‘Pasquine’ ler bana somutlaştırmakta zorluk çektiğim bir olay örgüsünü kurmamda başlangıç noktası sağladılar yalnızca, çünkü benim yazdıklarım sorunun kökeninin herkesin inandığı gibi ahlaki değil, politik olduğunu gösteriyordu’(Marquez, 2005) yazmıştır.

Marquez’ in 1940’ lı yıllarda hukuk eğitimi gördüğü ve yaşamında önemli bir yer kaplayan Bogota’ nın dinmeyen yağmurları, insanların hayatında özel bir yeri olan çan sesleri, kasvetli havası, sosyal olarak yaşadığı değer kayıpları, insanlarının benmerkezci tutumları Şer Saati’ ndeki kasabaya esin kaynağı olmuştur. Bunun yanında tepkici muhafazakarlar nedeniyle başkanın istifasının ardından karanlığa gömülen Bogota şehrinin öğrencilik yıllarındaki durumu, Şer Saati romanındaki kasabanın yakın geçmişini kurgularken ona önemli bir malzeme oluşturmuştur. Böylelikle romanda -zaman atlamaları yoluyla- kaldırımlarında insanların öldürüldüğü, diktenin, korkunun hakim olduğu, polislerin sinemada adam öldürdüğü,  ‘seçimin kutsallığını korumak için’ orada olduğunu söyleyen yargıçın mahkeme salonunda güvenlik güçleri tarafından vurulduğu karanlık bir çağa tanıklık ederiz.

Anlaşılan o ki Marquez, Şer Saati’ nde mekan olarak kurguladığı kasabada gençlik yıllarının kendi tabiriyle ‘acımasız cehennemi’ Bogota için diktenin sona erdiği dönemde yeni bir tarih yazmak istemiştir. Bunu yaparken de karşıt kahramanlar yoluyla politik tutumları tartışmayı seçmiş ve bu sebeple kahramanları arasındaki diyaloglarda münakaşayı güçlü bir araç olarak kullanmıştır. Ancak insanlarının biz-siz şeklinde kutuplaştığı bir kasabada bu münakaşaların kimsenin işine yaramadığını ve 4 Ekim Salı Assisili Francesco Günü ile 21 Ekim Cuma Aziz Hilarion Günü arasında geçen 17 günlük sürede, yönetim değişikliğine ve yeni belediye başkanının çabalarına rağmen hiçbir şeyin değişmediğini görüyoruz. Aylarca süren terör dönemi sonunda kanlı bir hükümetin devrilmesiyle beraber yaşadığı acıları unutamayan, kirli bir politik sürecte öldürülen yakınlarının yasını tamamlayamamış, geçmiş iktidara kızgın ve bu sebeple değişen yönetime karşı önyargılı bir halk portresi ile karşılaşıyoruz. Halk için hiçbir şeyin  değişmeyeceğinin ilk sinyallerini, belediye başkanının önyargıları yıkamaması karşısında şiddet ve baskı kültürüne yeniden dönerek, yakıştırmalar nedeniyle sokağa çıkma yasaklarıyla beraber insanların hayatlarını ve özgürlüklerini yeniden ele geçirdiğinde alıyoruz. Bu nokta, yani Marquez’ in değişen yönetime karşın kasaba için daha farklı bir tarih yazmaması, yönetim kadrosu içinde insanların yaşam biçimleri, politik tutumları, dünya görüşleri gibi bireysel farklılıklara saygı egemen olmadığı sürece hiçbir yönetimin halkının hayatında mucizevi etkiler yapayacağını kanıtlamak ister gibidir.

Böyle bir portrede, halkın güvenini yeniden kazanmaya çalışan belediye başkanının başarısızlığına da tanıklık ediyoruz. Yakıştırmalar konusunu en başta geri planda tutmak isteyen, kereste ticaretiyle uğraşan Lesar Montero’ nun evine asılan bir yakıştırma nedeniyle kasabanın papazını öldürmesi olayını dahi önemsemeyen belediye başkanını, halkın sorunlarıyla ilgilenmeyen, politik tutumu ile muhalif kesimde yer alan dişçiye dişini zor kullanarak çektiren, kasabanın berberinin öldürülme korkusu ile geçirdiği on yılın sonunda dükkanına astığı ‘politika konuşmak yasaktır’ levhasını kaldırtan zorba bir kişilik olarak tanıyoruz.

İnsan ilişkilerinin koptuğu, farklı etnisiteye ait insanların birbirini ötekileştirdiği, sinemada gösterime girecek filmlerden sansür listesine takılanların 12 vuruşluk çan sesleri ile çocuklara ve kadınlara yasaklandığı, yasağa uymayan kadınların kiliseden kovulduğu, kısa kollu giyen kadınların peder tarafından ayine alınmadığı, yargıç Arcadio’ nun tabiriyle bu hayalet şehir; Labirantindeki General romanında haksızlıklara karşı isyan eden bir grup öğrenci ile farklı bir yapıya kavuşuyor.

Marquez’ in Kadınları

Şer Saati’ nde bir diktatörün güçlü zamanları işlenirken, Labirentindeki General’ de bir çöküşün öyküsüne tanıklık ediyoruz. Romanda 1783-1830 yılları arasında yaşamış olan ve 1821 senesinde Büyük Kolombiya’ yı İspanyol istilasından kurtaran ve Bolivya Cumhuriyeti’ nin ilk başkanı olan 47 yaşındaki Simon Bolivar’ ın yirmi yıllık mücadele dolu hayatıyla hesaplaşmasının izlerini sürüyoruz. General, iç savaşlar ve generaller arasındaki anlaşmazlıklarla ülkenin çalkantılı bir sürece girmesinin ardından meclisin bir başkasını cumhurbaşkanı seçmesi üzerine başkent Santa Fe De Bogota’ dan ayrılma kararı alıyor. Romanda bu ayrılığın ondört gününe, bir diğer deyişle Simon Bolivar’ ın yaşamının son günlerine tanık oluyoruz.

Simon Bolivar, kendini geçmiş yaşantılarının birinde ‘önemli olaylarla dolu bir yazgıya mahkum’ olarak tanımlıyor. Gerçekten de onunki, iki kez sürgün görmüş, savaşlar, yengiler, yenilgiler ama daha çok da hayal kırıklıklarıyla süregiden ve kimsesizlik, çaresizlik, yapayalnızlık duyguları içinde ölüm döşeğinde sonlanan bir yazgı. Parlak zaferlerle donatılmış devrimciden, Bortolome öğrencilerinin  ömür boyu başkanlığı istemesi gibi çeşitli suçlarla gıyabında yargıladığı devrik bir diktatöre dönüştüğü bir hayat… Onun halkın çoğunluğu gözüyle son yıllarını ise yine aynı öğrenci grubu, başpiskoposluk sarayının duvarına yazdıkları yazı özetliyor:

‘Ne gidiyor, ne geberiyor’

Labirentindeki General, Güney Amerika tarihini de satırlarına yediren bir eser. Politik kulvarda general, Şer Saati’ ndeki insancıl felsefeyi hatırlatır biçimde halkını çevresindekiler ve demagoglar olarak gördüğü ötekiler şeklinde ikiye ayırıyor. Halk da bu tehlikeli ayrım nedeniyle biz-onlar şeklinde safını belirliyor. Bu durum, Labirentindeki General romanını; yazarın bu tür ayrımcı yaklaşımlara, ötekileştirmeye, millet kavramını ‘ırk’ üzerinden okumaya tepki verdiği eserleri arasında özel bir yere koyuyor. 

Bunun yanında Marquez’ in kadına yönelik toplumsal cinsiyet eşitsizliği kavramına, romanın baskın kadın kahramanına atfettiği rollerle de üstü kapalı eleştiriler sunması bakımından da Labirentindeki General kayda değer bir yapıt. Anlatmak İçin Yaşamak eserinde görüldüğü gibi, Marquez’ in kitaplarında yansıttığı kadına bakış açısında annesi ile olan ilişkileri önemli bir temel oluşturuyor. Annesi, orta gelirli bir ailenin kızı olarak doğmuş, iyi bir eğitim hayatı ile modern bir yaşamı ailesine karşı gelerek yaptığı evliliğe değişmiş, bu evlilikten olan 11 çocuğu ile hayatı oturduğu yerden, silik bir kimlikle yaşamıştır. Marquez,  belki de bu yüzden kadının toplumdaki silik rolünü karşısına alarak, onu toplum içinde aktif göstermeye çalışır. Şer Saati’ nde yakıştırmalara karşı savaş açan ve konuyla yakından ilgilenen ‘Katolik Kadınlar Birliği’ üyelerine ve Labirentindeki General romanında General’ in sevgilisi Manuela karakterlerine savaşçı bir kişilik özelliği vermiştir. Manuela, aklı ve kıvrak zekası ile generalin  hayatında önemli yeri olan bir kadındır. Asi ve gözüpek karakteri ile generalin yokluğunda ne pahasına olursa olsun ülkenin başta gelen Bolivar yanlılarından biri olmayı sürdürür. Kadın köleleri ile birlikte yeni hükümete karşı amansız bir mücadele başlatır; öyle ki  resmi savaş, adeta kendisine yöneltilir.

             Dünyaca ünlü yazar Marquez, annesinin Gabito,arkadaşlarının Gabo’ su, Bir Kayıp Denizci romanı için ‘Bazı kitaplar onları yazana değil, ıstırabını çekene aittir, bu o kitaplardan biri’ demektedir.

            Hiç şüphesiz ki Şer Saati ve Labirentindeki General’ de ‘o kitaplardan biri’…

Kaynakça

Marquez, G.G. (2005). Anlatmak İçin Yaşamak. Can Yayınları: İstanbul, s:264.

Marquez, G.G. (1990). Labirentindeki General. Can Yayınları: İstanbul.

Marquez, G.G. (1991). Şer Saati. Can Yayınları: İstanbul.